Ana sayfa

 

USAME BİN ZEYD R.A. أسامة بن زيد:

 

Eshâb-ı kirâmın büyüklerinden. “Resûlullahın sevgilisi” diye meşhûrdur. Babası, Peygamber efendimizin

âzâdlılarından Zeyd bin Hârise, anası, Ümm-i Eymen (r.anha)’dır. Künyesi, Ebû Muhammed’dir.

Nesebi, Üsame bin Zeyd bin Hârise bin Şerahbil’dir.

Mekke’ye giderken Resûlullahın devesinde, arkasında oturmuştu. Birlikte Kâ’be’ye girmişti.

Huneyn gazasında çocuk olduğu halde kahramanca çarpıştı. Çok cesur idi. Onsekiz yaşında iken, ordu

kumandanı yapıldı. 54 (m. 673) veya 59 (m. 678) senesinde Medine’de vefât etti.

Peygamber efendimiz, azadlı kölesi, Hz. Zeyd bin Hârise’yi çok severdi. Onu kendisine evlât edindi.

Dolayısıyle Hz. Üsâme bin Zeyd, aynı zamanda Peygamber efendimizin terbiyesi ile yetişti. Böylece

Peygamber efendimizin torunları Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin’in sevgisine Hz. Üsâme de ortak oldu. Sevgili

Peygamberimiz, Üsâme’ye (r.a.) bu sevgisinin, babası Zeyd bin Hârise’ye olan sevgiden dolayı olduğunu

ifade ettiler ve: “Üsâme bana herkesten daha yakındır” buyurdular. Hz. Üsâme’nin, Ehl-i beyt’in

bir ferdi kabul edilmesinden sonra, gece gündüz demeden, her zaman, Peygamber efendimizin hâne-i

se’âdetlerine girip çıkmasına izin verildi.

Çocuk yaşta iken hicret sevabı kazandı. Medine döneminde, çocuk olduğu için, hicretin 7.8. yılına

kadar olan muharebelere katılamadı. Bundan sonra katıldığı muharebelerde çok kahramanlıklar gösterdi.

8 (m. 629) senesi Mekke’nin fethinde Peygamberimiz (s.a.v.), Kusva isimli devesine binip, terkisine

de, Hz. Üsâme bin Zeyd’i aldılar. Peygamberimiz, Mekke’nin fethinin ihsan edilmesinden duyduğu

derin minnet ve şükrandan dolayı cenâb-ı Hakka hamd etti. Kâ’be-i Muazzama’nın putlardan temizlenmesini

emir buyurdular. Peygamberimiz (s.a.v.) de devesinin üzerinde Hz. Üsâme ile birlikte Kâ’be’ye

geldiler. Mescid-i Haram’ın yanına gelince, develerinden inerek Hz. Üsâme, Hz. Bilâl, Hz. Osman bin

Talha ile Kâ’be’ye girdiler. Hz. Ömer daha önce gelip içerde bulunan çizilmiş insan suretlerini siliyordu.

Peygamberimiz (s.a.v.) Hz. Üsâme’ye bir kova su getirtip kalan suretleri de sildirdiler. Kapının üzerlerine

kapatılmasını emir buyurdular. İçerde Peygamberimiz, kapıyı ve üç direği arkalarına, iki direği sağına,

bir direği soluna alıp, duvara bir buçuk metre kadar kala durup, iki rekât namaz kıldılar. Bu sırada dışarıda

Hz. Hâlid bin Velîd, kapının önüne halkın yığılmasını önlemeye çalışıyordu. Peygamber efendimiz,

namazlarını kıldıktan sonra Kâ’be’nin her köşesinde tekbir getirdiler ve duâ buyurdular. Sonra kapıyı

açtırıp, kapının eşiğinde durup mübârek iki ellerini kapının kasalarına dokunarak üç defa tekbir getirdiler

ve bir hutbe irâd ettiler. Mekkelileri af ettiler.

Hz. Üsâme Mekke’nin fethinden sonra yapılan Huneyn gazasında Peygamber efendimizin yanından

hiç ayrılmadı. Müşriklere karşı kahramanca çarpıştı.

8 (m. 629) senesi Peygamber efendimizin (s.a.v.) Hz. Mâriye’den doğan, oğlu Hz. İbrâhîm,

birbuçuk yaşında iken süt annesi Ümmü Bürde’nin evinde bulunuyordu. Peygamber efendimiz, oğlunun

hastalandığını işitince, Hz. İbrâhîm’in yanına gittiler. Onu kucağına aldıklarında can vermek üzereydi.

Peygamberimizin mübârek gözlerinden yaşlar akmaya başladı. “Sen de mi ağlıyorsun, Yâ Resûlallah”

diyen Hz. Abdurrahman bin Avf’a “Ey İbn-i Avf, Benim bu ağlamam bir acımadan ibarettir. Ben, ancak

kendisinde bulunmayan hasletleri sayarak, ölü üzerine yüksek sesle, bağırarak ağlamağı

yasak ettim. Ben sizi, günah ve ahmaklık olan iki bağırıştan men ettim. Biri nimete kavuşulduğu

sıradaki eğlence, oyun, şeytan çalgılarından, ikincisi de, bir musîbete ve felakete uğrayınca, bağırıp,

yüz göz tırmalamak, üst bas yırtmaktan ve şeytan şamatasından men ettim.” Sonra;

“Acımayana acınmaz” buyurdu. Hz. Üsâme bin Zeyd, feryada başlayınca, Peygamber efendimiz,

ona ağlamamasını emir buyurdu. Hz. Üsâme “Yâ Resûlallah, sizin ağlamanız üzerine feryat ettim. Affınızı

dilerim” dedi. O zaman Peygamber efendimiz, “Ağlamak, acımaktan ileri gelir. Feryat ve figan

ise şeytandandır.” buyurdular. Vefât edince: “Yâ İbrâhîm! Ölümüne çok üzüldük. Gözlerimiz ağlıyor,

kalbimiz sızlıyor. Fakat Rabbimizi gücendirecek bir şey söylemeyiz.” buyurdular. Vefât

ettiğinde güneş tutulmuştu. “Yâ Resûlallah İbrâhîm vefât ettiği için güneş tutuldu” diyenlere karşı da:

“Ay ve güneş Allahü teâlânın varağını ve birliğini gösteren iki mahlûktur. Kimsenin ölmesi, kalması

ile tutulmazlar. Onları görünce Allahü teâlâyı hatırlayınız.” buyurdular.

Hz. İbrâhîm’in cenâzesi yıkanıp kefenlendikten sonra, Peygamber efendimiz, cenâze namazını

kıldırdılar. Bakî kabristanında mezarı kazıldı. Hz. Üsâme ile Hz. Fadl bin Abbas kabrin içine indiler. Peygamberimiz

(s.a.v.) kabrin kıyısında oturdular. Kabrin üzerini örterlerken yan tarafta bir açıklık gördüler,

oraya mübârek elleriyle bir kerpiç koyarak kapattılar ve: “Siz, bir işi içe sinecek bir şekilde yapınız.

Çünkü, böyle yapmak, musîbete uğrayanlara ferahlık verir. Böyle yapmak ölüye fayda ve zarar

vermez, fakat bu dirinin gözünü aydınlatır” buyurdular. Kabrin üzerine su döktürdüler. Bir taşı kabrin

başına diktiler. Kabrin üzerine su dökmek ilk defa Hz. İbrâhîm’in kabrinde oldu.

11 (m. 632) senesi, Peygamber efendimiz (s.a.v.), hastalandılar. Hasta oldukları hâlde, Rumlarla

savaşmak üzere bir ordu hazırlanmasını emir buyurdular. Eshâb-ı kirâm (r.anhüm) hazırlık yapmak için

dağıldı. Resûlullah (s.a.v.) Hz. Üsâme’yi çağırdılar:? “Ey Üsâme! Şam’a, Belka sınırına, Filistin’deki

Daruma, babanın şehîd edildiği yere kadar, Allahü teâlânın ismiyle ve bereketiyle git. Onları atlara

çiğnet. Seni bu orduya başkumandan tayin ettim. Übnâlıların üzerine ansızın varıp üzerlerine

şimşek gibi saldır. Varacağın yere haber ulaşmayacak şekilde hızlı git. Yanına kılavuzları alıp,

casus ve gözcüleri önünden ilerlet, Allahü teâlâ zafer ihsan ederse, onların arasında az kal” buyurdular.

Çüruf’te karargâh kurmalarını, emr buyurup, mübârek elleriyle sancağı bağlayıp, Hz. Üsâme’ye

verdiler. Mescidde minbere çıktılar. “Ey Eshâbım! Üsâme’nin babası Zeyd, kumandanlığa nasıl lâyık

ve benim katımda nasıl en sevgiliyse, ondan sonra oğlu Üsâme de kumandanlığa öyle lâyıktır.

Üsâme, benim katımda insanların en sevgililerindendir” buyurdu. Hz. Üsâme ve savaşa gidecek

olan Eshâb-ı kirâm, Peygamberimizle (s.a.v.) vedalaştılar. Hz. Üsâme’nin kumandası altında savaşa

gideceklerin arasında Hz. Ebû Bekir, Hz. Ömer, Hz. Ebû Ubeyde bin Cerrâh, Hz. Sa’d bin Ebî Vakkas

gibi Eshâbın ileri gelenleri de vardı.

Resûlullah (s.a.v.) efendimizin hastalığı ağırlaştı. Bu arada ordu hazırlıklarını tamamlamış karargâha

toplanmışlardı. Pazar gecesi orada yattılar. Sabahleyin Hz. Üsâme, Peygamber efendimizin yanına

geldi. Yaranda Hz. Abbas da vardı. Peygamberimizin mübârek ağzına ilâç veriliyordu. Hz. Üsâme’yi

görünce ona duâ ettiler ve “Allahü teâlânın bereketiyle, kuşluk vakti yola çıkınız” buyurdular. Ordu

hareket etmek üzereyken Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.v.) efendimizin vefât haberi geldi.

Rebiülevvelin onikinci Pazartesi günü idi. Ordu Peygamberimizin Hane-i Se’âdetinin önüne geldi. Sancağı

kapının önüne dikti. Hz. Ebû Bekir, Hz. Üsâme’ye: “Sancağı açmamak üzere evine götür” buyurdu.

Peygamber efendimizin mübârek cenâzelerini yıkamak üzere harekete geçtiler.

Hz. Ebû Bekr-i Sıddîk, Peygamber efendimizin vefâtından önce, mübârek cenâzelerinin yıkanmasıyla

ilgili “Resûlullah’dan (s.a.v.) işittim ki, “Beni, Ehl-i beytim yıkasın” buyurmuştu” deyip, “Abbas ve

Ali (r.a.) yıkasınlar” dedi. Hz. Abbas, oğlu Fadl ile beraber geldi. Hz. Ali dahi geldi. Halife Hz. Ebû Bekir

“Yâ Ali, Resûlullah’ı sen yıka” dedi. Resûlullah’ın (s.a.v.) hizmetçisi Hz. Üsâme’ye, “Onlara hizmet et”

dedi. Kendisi, Eshâb-ı kirâm ile kapıda bekledi. Ensârdan Evs bin Havli’yi (r.a.) de yardım için içeriye

soktu. Hz. Üsâme, Peygamber efendimizin mübârek cenâzeyi şerîflerini yıkamak, kefenlemek ve kabr-i

şerîfine indirmekle şereflendi.

Definden üç gün sonra, Hz. Ebû Bekir Eshâb-ı kirâma (r.a.) “Resûlullah (s.a.v.) sizi Üsâme’nin emrinde

gazaya göndermişti. Vefât edince, o iş yapılamadı. Herşeyden önce, bu emri yerine getirmeliyiz!

Bu işte, gevşek davranmayın! Gazaya hazır olun” diye emir buyurdu. Eshâbı harbe hazırladı. Bu sırada

Arabistan çöllerinde isyan çıktığı işitildi. Eshâb: “Üsâme’nin enirinde gitmiyelim, âsîler Medine’ye gelip

halifeyi öldürür” dediler ve çok uğraştılar ise de Hz. Ebû Bekir “Resûlullahın (s.a.v.) emrini, her ne pahasına

olursa olsun yapacağız ve Resûlullahın beğendiği kumandanı ben değiştiremem” dedi. Hz. Üsâme

at üzerinde, Halife ve Eshâb yürüyerek Medine’den dışarı çıktılar. Hz. Üsâme, Hz. Ebû Bekir’e, ya ata

binmesini veya kendisinin de attan ineceğini söyleyince, Hz. Ebû Bekir, “Ben ata binmiyeceğim, sen de

attan inmiyeceksin. Allahü teâlânın rızası için benimde ayaklarım bu yolda tozlansın. Bilmiyor musun ki,

her gazi için, her adımına mukabil, pek çok sevab verilir ve o kadar da günahları dökülür” diye cevap

verdi. Hz. Ebû Bekir, Eshâb-ı kirâma veda ederken “Size birinci nasîhatim, Üsâme’ye itâat etmenizdir.

Şam’daki rahibeleri, çocukları, kadınları öldürmeyin” deyip, Hz. Üsâme’ye dönerek: “Resûlullahın emrettiği

yere selâmetle git” dedi. Hz. Ebû Bekir veda ve nasîhatdan sonra, Hz. Üsâme’ye Hz. Ömer’i bana

muâvin bırakır mısın?” buyurdular. Hz. Üsâme de buna muvafakat edip, Hz. Ömer’e izin verdikten sonra

halife ile Hz. Ömer Medine-i Münevvere’ye döndüler. Hz. Üsâme dahi Şam’a hareket etti. Huzâ’a kabilesine

gidip, mürtedleri öldürdü. Zafer ile, kırk gün sonra Medine’ye döndü.

Hz. Ömer, halifeliği sırasında Hz. Üsâme’ye çok tazim ve ihsanlarda bulundu. Peygamber efendimizin,

Üsâme’yi (r.a.) çok sevdiğini biliyordu. Hatta, Hz. Ömer, kendi oğlu Hz. Abdullah’a senelik 2000

dirhem tahsis ettiği halde, Hz. Üsâme’ye 5000 dirhem tahsis etti. Hz. Abdullah bin Ömer, bu farklılığın

sebebini babasına sorunca, Hz. Ömer buyurdu ki: “Onun babası Resûlullah’a (s.a.v.), senin babandan

daha sevgili idi” Hz. Üsâme bin Zeyd, Hz. Osman’ın halifeliği sırasında devlet idaresi ile ilgili işlere karışmadı.

Yine Hz. Ali ve Hz. Muâviye arasında meydana gelen hadîselere de karışmak istemedi ve

 “Müslümanlar arasında kardeş kanı dökülmesinden çekinirim” buyurdu. Hadiseler ilerleyince, ictihâdı Hz.

Ali’nin ictihâdına uygun oldu. Hatta son nefesinde bile bunu bildirdi.

Hz. Üsâme’nin yirmi seneye yakın ömürleri Peygamber efendimizin mübârek dizleri dibinde geçti.

Peygamberimizin sünnet-i şerîflerini iyi öğrendiği için, Eshâb-ı kirâm, bazı meselelerini Hz. Üsâme’den

sorarlardı. Her işte, her hususta Resûlullahın (s.a.v.) emirleri üzere hareket eder, Peygamberimizin birçok

hizmetlerinde bulunmakla şereflenirdi.”

Hz. Üsâme, Peygamber efendimizin en itimat ettiği kimselerden olup, sırlarının mahremi idi. Peygamberimiz,

ince meselelerde Hz. Üsâme ile istişare ederlerdi. Hz. Ömer de bu sebepden Hz.

Üsâme’ye danışır, fikrini alırdı. Eshâb-ı kirâm’ın hepsi gibi, Hz. Üsâme bin Zeyd de fazîlet ve güzel ahlâkı

kendinde toplamıştı.

Hz. Üsâme, babasının ve annesinin arzularını yerine getirmek için çok çalışırdı. Anne ve babası

vefât edince onlar için kurban keserdi. Ağaçlarından elde ettiği mahsulleri fakîrlere dağıtır, sevabını anne

ve babasına da gönderirdi.

Rivâyet ettiği hadîs-i şerîflerin toplamının 128 olduğu bildirildi. Bunlardan bazıları şunlardır:

Üsâme bin Zeyd (r.a.) diyor ki: Peygamber efendimizi (s.a.v.) gördüm. Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin

mübârek kucağında oturuyorlardı. Buyurdu ki: “Bu ikisi, benim oğullarımdır ve kerîmemin oğullarıdır.

Yâ Rabbi! Ben bunları seviyorum. Sen de sev ve bunları sevenleri de sev!”

Hz. Âişe şöyle rivâyet etti: “Üsâme çocuk idi. Birgün yüzü kanamıştı. Resûlullah (s.a.v.) bana

“Üsâme’nin yüzünü yıka” buyurdu ve yıkarken bana yardım etti ve yüzünü öptü, sevdi.

Yoksul bir kimse vefât etti. Yıkamak üzere Hz. Üsâme ve Hz. Ali’ye vazife verdiler. Cenâze yıkandı,

kefenlendi ve defn edildi. Sonra Resûlullah (s.a.v.) buyurdu ki: “Bu kimse, kıyâmet günü, yüzü,

ayın ondördü gibi parlak olarak mahşer yerine gelecektir. Bunun bir hasleti vardır. Eğer o hasleti

de olmasa, kuşluk güneşi gibi yüzü parlak olduğu halde mahşer yerine gelirdi.” buyurdu. “Bu haslet

nedir?” diye soruldu. Buyurdular ki: “Bu kimse devamlı olarak gece namaz kılar, gündüz oruç

tutar ve Allahü teâlâyı çok zikrederdi. Ancak kış geldiği vakit yaz elbisesini, yaz geldiği vakit de

kış elbisesini saklardı. Size enaz verilen, yakın ve sabır azimetidir” buyurdular.

“Allah’ın kulları, tedavi olunuz. Allahü teâlâ derdi yarattığı gibi dermanı da yaratmıştır.”

Hz. Ebû Sa’îd el Hudrî rivâyet etti: “Üsâme bin Zeyd (r.a.) bir ay va’de ile yüz dinara bir câriye satın

aldı. Bunu Peygamber efendimiz işitince buyurdular ki: “Bir ay va’de ile satın alan Üsâme’ye

şaşmıyor musunuz? Üsâme, uzun emel sahibidir. Allahü teâlâya yemin ederim ki, gözüm açıldığı

zaman kapaklarını kapamadan, lokmayı yuttuğum vakit onu hazmedemeden öleceğimi düşünürüm.

Ey Âdemoğulları, aklınız varsa, kendinizi ölülerden sayınız. Yemin ederim ki, size va’dedilen

ölüm gelecek, ona engel olamıyacaksınız.”

“Kıyâmet günü, insanların Allah’a en yakın olanları, dünyâda uzun müddet aç susuz ve

mahzun kalanlardır. Hakiki âlim ve müttekiler, halk arasına girdikleri zaman varlıkları, kayboldukları

zaman, yoklukları bilinmez. Çünkü aranmazlar. Yerin genişliği, onları bilir ve göklerin melekleri,

onları kuşatır. İnsanlar hep dünyâ nimetinden zevk alırken, onlar Allah’a itâatten zevk alırlar.

İnsanlar, Peygamberin sünnet ve ahlâkını kaybettikleri zaman, onlar onu muhafaza ederler. Onlardan

biri öldüğü zaman, yeryüzü onlar için ağlar. Bunlardan bulunmayan bir belde halkına,

Allahü teâlâ gazâb eder. Köpeklerin leşe hücumu gibi, onlar dünyâya hücum etmezler. Yemeğin

azını yer, insanların rağbet ettiği şeylere kıymet vermezler. Bazıları bunların delirip, akıllarını

kaybettiklerini sanırlar, halbuki akılları başlarındadır. Onlar gözleri ile Allah’ın emirlerine bakıp,

dünyâ sevgisini içlerinden attılar. Dünya adamları nazarında onlar, akılsız olarak dünyâda dolaşmakta

iseler de, hakikât şu ki; insanlar akıllarını kaybedip, hayretlere düşecekleri zaman, onların

akılları başlarında olacaktır. Âhiret şerefi onlar içindir. Yâ Üsâme, onları hangi memlekette görürsen

bil ki, onlar o belde halkının emânıdır. Onların bulundukları memlekete Allahü teâlâ azâb

etmez. Yeryüzü onlarla ferahlanır. Cebbar olan Allahü teâlâ onlardan râzı olur. Onlarla kardeşlik

edin ki, onların sayesinde kurtulmuş olasın. Şayet gücün yeterse, aç ve susuz ölmeğe gayret et.

Açlık ve susuzluk sayesinde şerefli mevkilere ulaşır, Peygamberlerle birleşirsin. Bedeninden ayrılan

ruhun ile melekler sevinir ve Cebbar olan Allahü teâlâ sana rahmet eder.”

“Dikkat edin, Cennet için hazırlanan yok mudur? Allahü teâlâya yemin ederim ki, Cennette

tehlike diye bir şey yoktur. Cennet, parlayan bir nur, etrafa yayılan bir kokudur. Binaları kuvvetlidir,

ırmakları devamlı akar, bol ve olgunlaşmış meyve yeridir. Orada parlak ve güzel zevceler

vardır. Onlar daima neş’elidirler. Nimetleri devamlıdır. Orada, aklın ermiyeceği fevkalâde güzellikler

vardır.” buyurdu. Eshâb-ı kirâm: “Biz ona hazırlandık” dediler. Bunun üzerine Resûl-i ekrem (s.a.v.):

“İnşâallah deyiniz” buyurdu ve sonra cihadı anlatarak onu teşvik ettiler.

 

KAYNAKLAR:

 

1) El-A’lâm, cild-1, sh-291

2) Tabakât-ı İbn-i Sa’d, cild-4, sh-61

3) Tam İlmihâl Se’âdet-i Ebediyye, sh-1079

4) El-Îsâbe, cild-1, sh-31

5) El-İstiâb, cild-1, sh-57

6) Metâli-un-nücum, cild-2, sh-174

7) Müsned-i Ahmed bin Hanbel, cild-6, sh-196, cild-5, sh-205, 210

8) Tehzîb-ül-esmâ, cild-1, sh-113

9) Kâmûs-ul-a’lâm, cild-2, sh-854

10) Tehzîb-ut-tehzîb, cild-1, sh-208

11) Buhârî, cild-2, sh-85

12) Delil-ül-fâhilîn, cild-1, sh-181

13) İhya-u Ulûmiddin, cild-4, sh-562, cild-2, sh-277

 

 

BABASI:

ZEYD BİN HARİSE R.A.